Bu Blogda Ara

Pazartesi, Kasım 28, 2005

RET VE EDEBİYATTA KALICILIK - Birgün Yazı 6 / 26 Nisan 2005 Yazısı

Birgün Yazı 6 – 26 Nisan 2005 Yazısı


RET VE EDEBİYATTA KALICILIK

Süreyyya Evren




“İyi olan eser ne olursa olsun tarihe kalır gerisi fasa fisodur,” diye yaygın bir inanış vardır. Hurafe hatta. Çünkü bu boş inanç iyi eserin evrensel ve tüm zamanlarda geçerli bir ölçeğini varsayar. Dahası, rastlantıları, politikaları, zaafları ve durgunluklarıyla hayata güvenmez de sarsılmaz ve görecelikten uzak bir edebi değerin mutlaklığı ihtimaline güvenir.

Gerçekte neler yaşanıyor ona bakalım. İlk olarak, çoğu zaman iyi eser henüz üretilemeden yazarın/şairin edebiyat dünyasından koptuğu vakalar geliyor aklıma. Barselona’nın zeki yazarı Enrique Vila-Matas’ın Bartleby ve Şürekâsı kitabında bahsettiği yazmayı bırakanlar, reddedenlerdir bir kısmı. Melville’in Moby Dick’i kadar etkili kısa romanı Kâtip Bartleby’de yarattığı Bartleby karakterinin sürekli kıldığı ret tavrını anlatır. “Yapmamayı tercih ederim” diyen Bartleby, sivil itaatsizliğin de esin perilerinden biriydi. Bugün Mehmet Tarhan vakasıyla gündeme gelen vicdani ret uygulamasının dahi Melville’in bu kahramanıyla bağlantısı vardır. Henry Thoreau’nun vergi vermeyi reddetmesiyle ABD’de başlattığı bir itaatsizlikler zinciri. Vila-Matas, Bartleby’nin (büyük harfle yazdığı) Ret tutumunu daha fazla yazmayı reddeden ve yazmayı bırakan yazarlara bakmak için kullanır. Bartlebyler dediği şairler, yazarlar, ya bir kitap yazıp susmuşlardır ya da bazen hiç yazmadan ölmüşlerdir. İşte böylece Hayır diyen, kenarda duran, gizlice yazıp uzun süre ya da ölene dek hiç yayınlamayan ve zamanla gizlice yazmayı da bırakan ama hep bir hayır tonunu koruyanlarla karşılaşırız.
Bu durum çoğu kez iktidar ekürilerinin biat eden bağımlı yazarlara ayırdıkları kontenjana girmek istemeyen, onay mekanizmalarının talep ettiği gibi yazmaya yanaşmayanlar arasında görülür. Basitinden söyleyelim, şu son 15 yılda, yazmayı bırakmış, çekilmiş, ‘meydanı’ ödevlerini zamanında yapıp hocalarına saygıda kusur etmeyen ama söyleyecek bir sözü de olmayan saydam yazarlara bırakmış, çok yetenekli insanlar tanıdım. Yazdıkları ve yayınlanmış iyi öykülere, romanlara sonradan bir ilgi ışığı görülmediği gibi, yazmadıklarının yayınlanması iyice fantezi gibi duruyor. Ama diyelim bunlar bir gün değişebilir, bir şanslı yeniden okuma imdada yetişebilir, peki şu sorun ne olacak: çoğu kez henüz ‘iyi’ bir eser ortaya koyamadan yıldıkları veya küstükleri veya tavrı koydukları için, geleceğe kalacak iyi eser hiç yazılamadan bloke edilmiş olur. İyi eser her zaman kalır inancının atladığı noktalardan biri. İyi eser her zaman doğamaz ki. Daha potansiyelken sönebilir. Edebiyatın inat, sabır, ısrar gibi temel özellikleriyle donanmamış yetenekler –veya bu özellikleri, yazmanın reddini de içeren bir ret siyasetine tercüme etmiş olanlar- kayıp imkânlar olarak görünürler.

Yazılmayıp yitenler tamam. Fakat yazılıp yitenler de az olmaz. Uzlaşma arabalarına kasten binmemiş, ya da salt rastlantıların kenarda tutmasıyla ana gövdeye dahil olmadığı gibi, hatırlanabileceği kanallarda dahi yer bulamamış metinler de vardır. İşte bu metinler bazen çok iyidir ama mesela diyelim şairi şiire devam etmemiş göründüğünden üstü örtülmüştür. Şu ya da bu sebeple kenarda köşede kalmış, ya da anayolu zaten hiç matah bulmamış ‘iyi’ metinlerin etkileşimler ağına girerek ‘kalmasının’ yolu nedir? Tek ihtimal bizde az olan araştırmacılar ile koşullanmamış bir beğeniyle esinlerini arayan tipteki genç ve yeni yazarlardır. Genç yazar, yeni yazar, yeni bir antoloji iddiasıdır her zaman. Yeniden kurabilir herşeyi. Geleceği elinden tutabilir. Gezebilir bir gün yazılacaklarla beraber, yazılmışları tekrar harmanlayabilir.

Okurun etkisi ise genelde zayıf olur zamana. Daha bir unutkan, vefasız, kaprisli görünür. Şımarıkça bayağı olana yüz verebilir veya dalgınlığa kapılıp başka şeyler düşünürken sistemli bir şekilde manipüle edilebilir. Okurun bu olası boşvermişliği ret tavrındaki metin ve yazar için etik bir rahatlık da yaratır. Boş sayfayla başbaşadır şimdi...


KUTU

ELEŞTİRİ SINIRDA

Yeni dergiler eski hatların sürdürülmesi ve genişletilmesi olarak gelmeye devam ediyor demiştik. İzmir’de yayın hayatına başlayan “Sınırda” dergisi söyletiyor bunları. Hüsamettin Çetinkaya’nın sürüklediği, kendi deyimiyle bir ‘geleneğin dışına doğma’ bu. Zamanının kült dergisi Edebiyat Dostları’ndan aldığı ivmeyle kurulan Edebiyat Eleştiri 90’lı yılların başlarındaki kültürel iklimi etkileyen önemli bir çıkıştı, Sınırda da bu “dışardan düşünme”yi izliyor. (Daha sonra “Edebiyat ve Eleştiri” adını alarak geleneğe dönen ve kültürcü milliyetçilikten piyasa iktidarlarının kilit figürlerine yanaşmaya kadar her türlü savrulmaya imza atan derginin bu hatla isim benzerliği dışında bir ilgisi kalmadığını not etmeli.) “Sınırda”, hayata dair bir eleştiri dergisi olarak çıktığını belirtiyor. Aydın olmayı imkansızı (gerçeği) isteyen bir istenç dönüşümünün taşıyıcı kılmak istiyor. Aslında, Vila-Matas sadece yazmayarak reddetmenin örneklerinden söz açmamış, aynı zamanda yazarak reddetmenin de imkanlarına güçlü bir biçimde işaret etmişti. Ret, Sınırda için de önemli bir kavram. Yürürlükteki her tür egemenliği reddetmekten sözediyor. Düşünmek reddetmekle başlar. Sadece reddeden yaratır, kabul eden değil” diyor. Hayatın her alanına eşitlik ve özgürlük talebini yaymak istiyor. “Değil O Da Değil” dergisinden hatırlayacağımız bir başka İzmirli Ret şairi Sabahattin Umutlu da işin içinde. İlk sayısı da (Nisan-Mayıs 2005) tartışalacak tezlerle çalkalanan, dolu dolu bir sayı olmuş. Uzlaşmalarla çölleşmiş ortamımıza uzlaşmazlıklardan beslenen yaratıcı bir eleştirel organ katmasını umuyoruz...

Hiç yorum yok: