Bu Blogda Ara

Pazartesi, Kasım 28, 2005

KİTAP KİTAPÇIDA MI SATILIR? - Birgün yazı 22 /- 16 Ağustos 2005

Birgün yazı 22 -- 16 Ağustos 2005

Süreyyya Evren

KİTAP KİTAPÇIDA MI SATILIR?

Yoksa satılmayabilir mi?

Nereye gitsem, nereye baksam, yerlerde, tezgahlarda satılan nesneler görüyorum. Türkiye’nin alışveriş kültüründe, satınalma alışkanlıklarında böyle bir öğe var. Peki bu şekilde kitabın kitapçı olmayan yerlerde satılması neden korsan kitapla özdeşleştiriliyor?

Pratikten kaynaklanan sebepleri var elbette bu çakıştırmanın. Fakat, acaba başka bir yol olabilir mi diye küçük bir soru da atmalı sanki.

Kitapçıların önemini, kültürel değerlerini, yarattıklarını, katkılarını elbette herkes kabul ediyor. Benim hayatımda da kitapçıların rolü büyüktür.

Fakat Türkiye’de bir şeyin salt dükkanda satılması dahi onun daha pahalı veya daha kaliteli olup olmaması bir yana kesinlikle daha lüks olduğu duygusu yaratıyor. Uzaklaştırıyor. Dükkan malı, ayrı bir kategori. Nerden aldın? Sokaktan ! İşte en huzurlu kabul edilen diyaloglardan biri.

Mağaza, zaten bir elit alışveriş noktası olarak ele alınıyor bu bakışla. Mağazayı güzelleştirmek için yapılmış bütün masraflar ürkütüyor, otomatik açılan kapılardan klimalara kadar herşey.

Aydınlanmacı bakış Türkiye’de kitabı yüksekçe bir yere koyarak erişimi zorlaştırmış. Kitabın değerine yapılan fazla vurgu gündelik kullanımda dolaşımını da güçleştiriyor.

Türkiye’nin satınalma kültürü ‘kitap kitapçıda satılır’ sloganıyla değiştirilemez. Korsanla mücadelenin de esasta korsan kitabın üreticileriyle verilen bir mücadele olduğunu biliyoruz. Satın alanlar veya tezgahlarla değil...

Pazarda kitap olmalı mesela. Ucuz kitaplar diye ayrı bir kategori var bugün. Cep kitapları var, eskiler var şu var bu var. Tekrar işleyen bir kelepir ağı kurulamaz belki kolay kolay ama yine de vurguluyorum, “bir kitapta resim şart” dediği gibi Cemal Süreya’nın, bir pazarda kitap şart.

Kitap, bilgi, kültür –bunlar zaten, aydınlamacı bakışın kafalara yerleştirdiği hiyerarşi sağolsun, insanları eziyor. Aşk nefret ilişkisi klişesinden yararlanalım: nefret ile hayranlık, aşırı hor görme ile aşırı saygı arasında gidip gelen reaksiyonlar yürüyor.

Kitaba saygı belki talep edilebilir. Ama bu kitabın yüksekçe bir yere konulmasını, öpülüp alna vurulmasını isteyen ritüel bazlı bir saygı mı olmalıdır?

Bir kitap tutukunu, nesne olarak kitabı da sever. Kitabın fetişizmi de başlayabilir. En güzel fetişlerden biridir kitap bence de. Dayanılmaz bir cazibesi vardır. Ben en güzel uykularımı duvarları kitaplarla kapatılmış odalarda uyudum. Ama fetiş dayatılamaz. Bunun sonucu kitabın erişilmesi güç bir üstkültür öğesi olarak kodlanması ise bunda bir terslik vardır. Mesele korsanın aşılıp sadece korsana terkedilmiş sahaların; yani sokakların, pazarların, üstgeçitlerin, tatil yörelerinin, kitapçı kaldırmayacak piyasasıyla küçük yerleşimlerin ve benzerlerinin mağazalardan ürken sakinlerine kitabın onları aşan bir şey olmadığını, orada onlarla beraber olduğunu söyleyecek tezgahlar bulundurmak. Ayrıca korsan yokken de sokak tezgahı uygulaması tümüyle yok değildi, bu tarihe de dikkat etmeli.

Büyük marketlerin ellerinde kalmış kitapları fiyat kırarak sattıkları sepetlerdeki düzenin bu sokak düzeninin aynısı olduğunu farketmişsinizdir. Büyük sepetlere kitaplar özellikle karman çorman bırakılıyor –aynı bir sokak tezgahı gibi. Bu düzensizlik bile ürkmeye hazır alıcıya yakınlık hissi veriyor.

Tüm bunlar pratikte ne denli mümkündür, nasıl olur bilemem. Benim dışımda. Ama şunu biliyorum; kitabın ayrı bir yeri olması, görgü ve kültür gerektirmesi, seçkinleşmeyi kabartmakla sonuçlanıyor. Kitaba görgüsüzce yaklaşılabilmeli. Hoyratça kucaklanabilir bir metin. Kitapla sevişilecekse eğer, bu kitabına uygun yapılmak zorunda değil. Biraz günaha, her okur girer...

Hiç yorum yok: