Bu Blogda Ara

Pazartesi, Kasım 28, 2005

FESTİVALİZM ve KAMPLAR - Birgün yazı 31 / 18 Ekim 2005

Birgün yazı 31 -- 18 Ekim 2005

Süreyyya Evren

FESTİVALİZM ve KAMPLAR

Sibel Yardımcı’nın “Kentsel Değişim ve Festivalizm, Küreselleşen İstanbul’da Bienal” kitabı tam da 9. İstanbul Bienali’nin başladığı yayınlandı. İstanbul Bienali, İKSV, İstanbul ve küresel sermaye ilişkilerini sorgulayan bu çalışma Yardımcı’nın Lancaster Üniversitesi Sosyoloji bölümünde Bülent Diken’in danışmanlığında yaptığı doktora tezinin güncellenmesi ve kitap formuna çekilmesiyle oluşmuş.

Yardımcı siyasi bir eleştiri için verileri biraraya özenle topluyor. Festival düzenlemenin günümüz şehirlerinde bir şehri pazarlama, küresel markete sokma ve küresel finans akışlarıyla bağlamadaki rolüne, bir şehrin markalaştırılması sürecinin ekonomik ve sosyal karşılıklarına İKSV ve Bienal organizasyonları üzerinden bakıyor. Bienalin arkasındaki tüm sponsorluk sistemleri ince ince deşifre edilmiş, İstanbul’un kültürel zenginlik üzerinden pazarlanması için kurulan bienal politikasının tarafsız olmadığı, devletle ve sermaye ile karşılaşma anlarının hep bu ikisinin lehine sonuçlandığı işlenmiş. Kısacası, bienale ‘sol’dan bakmak isteyenler için geniş bir veriler ağı var. Ancak bütün kitapta beni rahatsız eden iki boşluk olduğunu düşündüm.

Birincisi, bienal sanatın kendisi açısından ve sanat işlerinin bizzat kendileri üzerinden hiç okunmuyor. Bienali fiilen düzenleyen komitenin ifadeleri bütün bienalleri de temsil ediyormuş gibi davranılıyor. Halbuki gerçekte bugüne dek yapılan bienallerin Türkiye sanat ortamına ve genel olarak Türkiye kültürüne etkileri, İKSV yetkililerinin bültenlerde ve temsili röportajlarda yaptıkları tariflerden çok bienallerin bizzat kendileriyle, işlerin kendileriyle işlemişti. Gerçekte, düzenleyicilerin amaçları ve motivasyonları var, küratörün amaçları ve motivasyonları var, sanatçıların ayrı ayrı amaçları ve motivasyonları var çarpışan. Bir kapma oyunu. Hatta buna katılımcı ilişkisel işlerin artmasıyla gitgide daha çok şehrin sakinlerinin amaçları ve motivasyonları da ekleniyor. Kışkırttığı alternatif sergilerin ve oluşumların da sayılması gerek.

Rahatsız olduğum ikinci boşluk da şu: bütün bunlar belirli bir ‘sanatta muhafazkarlığı’ besliyormuş gibi de geliyor bana. Nasıl mı?

Burada, kitapta sanatın kendisine pek değinilmediği için eksik bırakılan noktalardan birine geliyoruz. Türkiye’deki sanat ortamının ortadan yarılmışlığı ve uzlaşmaz kamplar halinde işleyen yapısı... Bu iki kamp, çok kabaca adlandırıldığında, çağdaş sanat kampı ve gelenekselci kamp olarak özetlenebilir. Daha büyük olan, daha çok paranın döndüğü, daha çok sanatçının ve eleştirmenin ve derginin ve galerinin ve koleksiyonerin dahil olduğu kamp gelenekselci kamptır. Gerçekten Türkiye’deki galerilerin hemen hepsi bu kampa dahildir, güzel sanatlar buradadır, koleksiyonerler, yatırımcılar buradadır, yaşama şansı bulan sanatçı sayısı da bu altyapı sayesinde çok daha yüksektir. (Gelenekselci kamp denince aklıma hep bir sergide gördüğüm “Yaşasın Tual Resmi” adlı tablo geliyor. Tabloda eski bir siyasi nümayiş sahnesi yeniden temsil edilmiş, ancak nümayişçilerin taşıdıkları pankarta “Yaşasın Tual Resmi” yazılmıştı!)

Bu kamp bir şekilde bağımsız bohem sanatçı mitini diri ve ‘pazarlanabilir’ tutmaya da özen gösterir. Bu anlamda anakroniktir ama Kuva-yı Milliye sınırları içinde güç onda olduğu için bu pek farkedilmeyebilir. Gerçekte İstanbul’da pek sergi salonu bulamayan çağdaş sanat kampı ise hayatta kalmasını öncelikle dünyada kabul gören kamp olmasına borçlu. Fakat bu realizasyonun dışarıya atılması ve tüm diyalogların dışarısıyla kurulur hale gelmesi giderek yereldeki gücünü ve etkisini de zayıflatıyor bir bakıma. Bienaller bu anlamda çağdaş sanat kampına neredeyse yanıltıcı bir görünürlük kazandırıyor –gelenekselci kamp da genelde diş bileyerek bu dalganın geçmesini ve misafirler gidince evde gene biz bize kalmayı bekliyor...

Her ne kadar son onbeş yılda politik olarak eleştirel işlerin çoğu hep “çağdaş sanat kampından” çıkmış olsa da Türkiye’deki ortodoks marksist ve ortodoks anarşist sol için sanat denilen şey bu bağımsız sanatçı mitinin de hâlâ geçerli olduğu gelenekselci kamptır. Genel olarak “yaşasın tual resmi atmosferi”nin devletle ve sermayeyle kurduğu bağlar böyle bir kitapta mevzu bahis edilmeyince, gizlice bu kamplaşmada bir taraf saklanarak, örtü altında tutularak aklanmış oluyor. Türkiye’de 90’larda ‘yeni orta sınıf’ın ortaya çıkışıyla büyüyen galeriler-koleksiyonerler pazarı, ev dekorasyon dergilerinin patlamasından yeni şehirli elitlerin sahne almasına dek geniş bir zeminde okunmaya açık. Bu anlamda alternatif sol göz neyi arar?

Kurumlara ve yapılara ve imajlara, bu anlamda yapısal siyasetlere baktığı kadar işlerle düşünmeye, sanatla düşünmeye de eğilimli olduğunu göstererek sanatın kendi bağlamından kopmayan, sanatı araçsallaştırmaya engeller çıkartan bir bakışlar çokluğu. Görünür sponsorlar kadar görünmeyen sponsorları da kollayan, ve sanat tarihinde sanatçı pozisyonunun gelişimini de gözönünde bulunduran bakışlar gerek...

Hiç yorum yok: