Bu Blogda Ara

Pazartesi, Kasım 28, 2005

‘DEVLET DANIŞMANI’ AYDINLAR - Birgün yazı 23 / 23 Ağustos 2005

Birgün yazı 23 -- 23 Ağustos 2005

Süreyyya Evren

‘DEVLET DANIŞMANI’ AYDINLAR

Edebiyatçıdan siyasi söz talep edildiğinde beklenti nedir?

Türkiye Cumhuriyeti’nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü sağlamak ve sürdürmek için en doğru güncel taktiklerin neler olduğunu ve en doğru stratejilerin nasıl çizileceğini ve hangi şiirlerin bu yolda kullanılabileceğini saptaması ve bu konuda danışmanlık yapması mı?

Halbuki edebiyatçının siyaset konularında tecrübesiyle dikkat çeken biri olması değildir beklenti. Toplum mühendisliğine malzeme sağlaması da olmaz aranan özellik. Çok üst bir konummuş gibi de yorumlanan ama aslında basit, dolaysız bir rol önerilir ona: çıkar çatışmalarının düzleminden sıyrıl, dışında dur ve ‘insan’ veya ‘hayat’ adına ne söylenebilir onu bir araştır. Devlet için en iyisi nedir, bunu bir kenara bırak ve sanatın kaynaklarını, hayatı, insanı kollayacak şekilde söz al ki biz kendimizi kaptırdığımız siyasi çekişmelerin ve kalıplaşmış konumların dışında duran ve daha ‘tabandan gelen’ yani gündelik hayattan, hayata dair değerlerden, güzellikten çirkinlikten, şakadan ölümden, dizeden cümleden gelen değerlerin ne söyleyeceğini duyabilelim.

Ama bu beklentiyle uzaktan yakından ilgisi olmayan bir başka beklentiye hizmet de edebilir edebiyatçı. Ey edebiyatçı, sen bizim sağlamamız ol, devletin sağlamasını al, bizim sahip olmadığımız inandırıcılığını bize devret, akıt, teslim et. Sayende biz de inandırıcı olalım...

Sokaklarda evlerde meydanlarda odalarda, şurasıyla burasıyla Türkiye’de yaşayan insanlar olarak ne yapmalıyız diye düşünme, Türkiye devleti ne yapmalı diye düşün. Böyle bir aydın/edebiyatçı/entelektüel tutumu olabilir mi? Olursa devlet için fena olmaz hani. Edebiyatçının elinden hayatın gücünü süzüp alan ve onu zayıf olduğu alanda araçsallaştıran ama pohpohlayarak bunu belirsizleştiren bir kategori işte: ‘devlet danışmanı’ olarak aydın.

Türkiye’de çok ciddi biçimde bağlanılan bir “devlet danışmanlığı” geleneği var. Devlet için stratejiler üretme tutumu çok yaygın, devlet ne yapmalı, iktidar ne yapmalı sorusuna yanıt aranıyor hiç dert etmeden kendini sürekli muhalefette addedenlerce bile. Burada kırılmamış bir özdeşleşme bağıyla karşılaşıyoruz. Büyük iktidar yapılarıyla kendini özdeşleştirmeye alışkın kişi o yapının çıkarı için en uygununu bulmaya yönelik düşünce üretmekten başka yol getirmiyor aklına. Devlet danışmanlığı görevine hazırlanır gibi ya da şimdiden bu göreve uzaktan katkı yapmaya çalışır gibi bir dil ve kavrayış beklendik/beklenmedik çok fazla yere hakim durumda.

Edebiyatçı böylece devletin hayatı örtmesine de el veriyor.

Oysa hayatı kollayan edebiyatçı tutumu özdeşliklerin kırılması ile işe başlar ve arkasında hiçbir şey yokken, hiçbir kurum veya örgüt veya para yokken, müdahale korkusuzluğunu da hayattan alır. Dünyaya dağılmış aşktan ve ölümden söz eden metinler devletle özdeşliği takmaz, bir kenara atar.

Bizim daha çok rastladığımız ise o ya da bu idari perspektiften devletle özdeşleşmiş aydın olarak, devlet için danışmanlık yapan aydın olarak edebiyatçılar.

Bu devlete uzak kalındığında başka bir idari otoritenin danışmanlığına da evrilebiliyor. Durum yine vahimdir.

Aslında bu bir kuşatma, tahayyülün devredilmesi ve sınırların pekiştirilmesi gibi de işliyor. Bir büyük bütün tasarısı empoze edilmiş oluyor böylece. Türkiye cumhuriyeti sınırları içinde nefes alanların çeşitliliği ve değişkenliği, kavgası ve kankalığı, susuzluğu ve tokluğu bir kenara bırakılıyor, ve ‘Türkiye cumhuriyeti yurttaşlar topluluğunun bölünüp parçalanmasını önleme’ amacı kelepçesini takıyor.

Hiç yorum yok: