Bu Blogda Ara

Pazartesi, Kasım 28, 2005

‘80’LERİ HARİTALANDIRMAK -II - Birgün Yazı 8 / 10 Mayıs 2005

Birgün Yazı 8 – 10 Mayıs 2005 Yazısı


‘80’LERİ HARİTALANDIRMAK -II

Süreyyya Evren


Beral Madra küratörlüğünde Karşı Sanat Çalışmaları mekânında gerçekleştirilen “Bir Bilanço: ‘80’li Yıllarda Türkiye’de Sanat Üretimi” ile çeşitli yazılarda 80’ler şiirinin değerlendirilmeye çalışılmasını ve özel olarak da Osman Hakan A.’nın (Hürriyet Gösteri, Nisan 2005) “Şiirimizde 80’ler ve Sonrası” yazısını geçen hafta işaret etmiştik. Bugünden geriye haritalandırılan 25 yıllık düşünme alanlarının özellikle 80’ler diye ayrılan kısmı üzerine bir yoğunlaşma var. O yılların izleri, bilgileri, daha önceki tarih düşmeler gözden geçirilerek yeniden kurulmak isteniyor.

Bu çabaların nasıl bir tarih yazımına dayandığı sorusu elbette önemlidir. Genel olarak, Madra-Karşı’nın 80’lere bakışı daha çok uzman gözüyle bakışa denk geliyor diyebiliriz. Meraklı-göz’ün karar alıcı olduğu başka bir 80’ler sergisi, daha az enformatif ve daha az pedagojik, dolayısıyla daha az derleyip toparlayıcı, ama daha yaşamsal olabilirdi. Bu, bir eleştiri sayılmaz, meraklı-göz’le yapılacak bir 80’ler sergisini engelleyecek değil kışkırtacak bir yapı çünkü Madra-Karşı’nın kurduğu. Ama, siyasi alanın kendi dinamikleriyle konuşabilmesi ve insani olanın kendi sözünü sanatta araştırabilmesi için, sanki hep, gerek meraklı göze gerekse uzman göze, yaralı gözün katılması gerekiyor. Hem kendisi yaralanmış veya yarayla empati kurabilen anlamında hem de yaralar arasındaki bağları gözeten anlamında. Yara, burada deneyime işaret ediyor. Yaşanmışlıkla ancak oluşabiliyor ve kurgusal ya da aşkın değil asla. İçkinlik düzlemlerini birbirine bağlıyor. Hele 80’ler gibi yaraların yarattığı dayanışma hatlarında haberleşilen bir dönem hakkında konuşur ve eylerken, yaraları görünürleştiren, dertlerin ortaklıklarına bakan, sorunların içinden de konuşabilen bir tarih yazımı gerekiyor.
Yaralara bakan uzman göz, meraksız ortodoks yaralı-gözden daha açıcı elbet, bu anlamda Madra, Karşı’yı soluklandırmış.

Madra-Karşı sergisinde bir eksik de şuydu: edebiyat odası yok! Olacak iş değil!
Halbuki dönemin resmiyle örneğin şiir ama genel olarak edebiyat arasındaki bağlar bugünün güncel sanatıyla edebiyat arasındaki bağlardan kuvvetlidir. Bunu Madra da bilmekle beraber belki bugünün artan mesafelerini dikkate alarak uzak tuttu edebiyatı.

Edebiyata giden 80’ler izini takip etmek kolay değil elbet. Edebiyat konsensuslarla yürümemiştir hiç, herkesin ‘iyi olan nedir’ skalasında uzlaştığı ve sonra buna uygun şiirler, romanlar yazdığı bir edebiyat ütopyası yoktur –dönemsel olarak bile. Böyle bir ütopya edebiyatta işlemez. 80’li yıllara uzman gözüyle bakmak o yılların iktidar ortaklarının söylemlerini ve kadrolarını tekrarlamaktan değil çeşitli çarpışmalarının ve oluşlarının dökümünü yapmaktan geçeceği gibi, meraklı göz yaşamsallığını, muhaliflerini ve ayrıksılarını izleyecek, yaralı göz ise bunların kesiştiği siyasi mevzileri atlamayacaktır.

Şiirde örneğin “çok yazalım hep yazalım kazanalım” anlayışının çöktüğünü söylemek için herhalde erken değil. “Hep birbirimizden bahsedelim hepimiz birden kalalım” gibi siyasetlerin zaten edebiyatı ciddiye almayan bir yanı vardı. Belki de bir oyun oynadılar. Bugünse maalesef “ben herkesi seveyim herkes de beni sevsin” siyasetini bireysel olarak başarıyla yürütenler belirli bir şair etkinliği kazanabiliyorlar. Ama bu, şiir adına ne söylüyor?

80’ler şiirine geri dönüp bakılırken tüm bunların kenarda bırakılması gerekiyor. Çeşitli arayışlar var, sözlü kültüre geri dönüşler, elektronik şiire bakışlar, somut şiire sempatiler, deneylere, dile dalışlar, kimi organik/sentetik gibi bölümleme denemelerinin de gösterdiği bu değil mi: yeni ve farklı kanallar arayışı... Bu kişisel bir mesele de değil, 80 şiirinde rol oynamış insanlardan da kanal değiştirmek arayışında olanlar var.

Şiir kitaplarının zor basıldığı zor satıldığı, raflarda kendine fazla yer bulamadığı, dolaşımın kolayca dışında tutulabildiği bir işleyiş hakim. Ama şairler bu başbaşalıktan olumlu bir hava yakalayabileceklerini de biliyorlar. Piyasa koşullarında üretilmemiş gündemlere sahip olma şansı şiir dünyasının diyelim romana göre daha fazla.

İşte Osman Hakan A.’nın değerlendirmesini bu noktadan katedip yol almak gerekiyor zaten. 80’ler şiirinin ifade edildiği gibi tek bir ortak manifestosu olamaz. 80 şairleri diye araştırmacıların es geçtiği keşfedilmeyi bekleyen değerler var demek, tüm 80’lerin kimi dergi ve isimlerle temsil edilebileceğini tartışmasız bir olgu gibi ele almak çelişkili ve yanıltıcı. Hazır bitmiş bir şiir bilgisi hakettiği ilgiyi görmüyor vurgusu içerden manipülasyona giriyor. 80’lerin bilançosunu, veya haritasını çıkarmak demek değil bu. Bu yine 80’ler ve bugünün şiiri üzerine kötü anlamıyla politika yapmak, benim şiir aileme daha fazla yer açın demektir. Halbuki kendisinin de bildiği gibi şiirde yer bitmez ama kimseye ya da hiçbir şiire de hazır yer yoktur. Türkiye şiirinin 80’ler serüvenine yolculuk için kullanışlı haritalar çıkarmak istendiğinde o dönemin birbiriyle çatışan irili ufaklı bütün oluşlarına bakmak, siyasi sahneden sosyal gelişmelere çeşitli eğrileri dikkate almak anlamlı olacaktır. Böylece sanki tamamlanmış mevcut bir bilgiymiş gibi sözü edilen 80 kuşağının ortaya koyduğu şeyler de o sırada bu yeni okumalarla sözkonusu edilebilir. Uzman gözle veriler mi derlenir, meraklı gözle yan sokaklara mı sapılır, yaralı gözle deneyimler mi bağlanır, o artık sözkonusu okumayı yapan göze kalmış bir nokta.

Şiir ve genel olarak sanatı çeşitli şiir/sanat anlayışlarının çatışmalı sahası olarak incelemediğiniz zaman kurgusal bir sürekliliğe teslim olmamızı talep etmiş oluyorsunuz. Bu da, kuşkusuz, biz “talebe”lerin bir talebi olmaktan uzaktır...

Hiç yorum yok: