Bu Blogda Ara

Pazartesi, Kasım 28, 2005

YENİ EDEBİYATIMIZDA ABSÜRDÜN YERİ -Birgün Yazı 13 / 14 Haziran 2005 Yazısı

Birgün Yazı 13 – 14 Haziran 2005 Yazısı

YENİ EDEBİYATIMIZDA ABSÜRDÜN YERİ

Süreyyya Evren

Vüs’at O. Bener’i kaybettik. Benim için, ilk, Bay Muannit Sahtegi’nin Notları önemli olmuştu. Salt benim için mi, o sıralar yeni bir edebiyat hayal eden bir kısmı sonradan edebiyat dünyasından uzaklaşan genç yazarların ve genç doyumsuz okurların gözünde 90’ların başında çıkan en esin verici kitaplardan biriydi. Aynı yıllarda sahaflarda aranırken Bener’in Dost adlı öykü seçkisinin 1952 tarihli baskısını bulmuştum. Seçilmiş Hikayeler Dergisi Kitapları’ndan. Kapak resmini Turgut Atalay’ın yaptığı orijinal bir kapak. Bendeki kopyanın içinde Ergun Göknel Kütüphanesi damgası var. İSKİ skandalıyla meşhur Ergun Göknel midir diye bir hafif merak da var tabii...

Vüs’at O. Bener’in ardından yazılan yazılarda “Dost” hikayesiyle 1950 yılında aldığı bir ödül ile adını duyurduğu yazıldı da sık sık, bu ödülün adı yazılmadı. Seçilmiş Hikayeler Dergisi Kitapları arka kapakta bu ödülün DÜNYA HİKAYE MÜSABAKASI olduğunu belirtiyor. Çok hoş bir arka kapak metni, Bener’in anısına, biraz kulak verelim: “Edebiyata karşı hevesi; küçük yaşından itibaren babası, emekli öğretmen Raşir Bener’in kulaklarını dolduran hikayeleriyle gelişmiştir. Daha Darülfûnun sıralarında –aşağı yukarı bundan kırk sene önce- o zamanlar intişar eden “Kadınlar Dünyası” adlı dergide yazılar yayımlıyordu. “Ümid-i afel” adlı bir roman da neşretmişti. Böyle bir baba ile, okumıya hastalık derecesinde düşkün bir annenin varlığı, Vüs’at’ın edebiyatı sevmesinde şüphesiz büyük yardımı olmuştur. Yeni Hikâyecilerimiz arasına ayrı bir hava ve realist bir görüşle katılan Bener’i bilhassa rahmetli M.Ş.E. [Memduh Şevket Esendal] çok takdir etmiş ve bu yoldaki çalışmasında büyük yardımları olmuştur... Vüs’at O. Bener’i ne yaptığını bilen bir sanatkâr olarak görüyor, bu dağ yolunun başlangıcında başarı dileklerimizle selâmlıyoruz.”

Dost içinde Bener’in kendine özgü ‘aylak adam’ları dolaşıyor. Sürüklenen, yer değiştiren, motivasyonunu yolda belirleyen, isteksiz ama eyleyen ‘dönemin kahramanları’. Bunları Camusvari bir absürd kavramı ile okumak mümkün. Düş kırıklığına uğramış çağımızda dünyanın anlamının kalmadığını ileri sürerek başlayan Camus’nün absürdüdür bu. Tabii II. Dünya Savaşı’nın Avrupa üzerindeki ağır etkisinin Avrupalı aydınlara dayattığı ruh durumlarından biriydi bu bir bakıma. Kimbilir, olumsuzlukların üstüne, anlamı yeniden kuran bir hamle diye yorumlanabilir bu tutum. Sartre ve Camus’nün akılcı absürdleri, modernleşme girişimleri kendi acıları, kırımları ve felaketleriyle yürümüş “üçüncü dünya” modernleşmelerinin ardından başka bir tınıyla kullanılmış olabilir mi? Garip çakışma: Avrupa’da modernizm savaşla kendi içini daraltırken savaşa fiilen katılmayan Türkiye’de yerel modernleşme “ülküsü” 50’lerde kendi içini daraltmış ve benzer bir hayal kırıklığına zemin hazırlamıştı.

Peki, bugünkü yeni romanımızda, yaşayan hikayeciliğimizde absürdün yeri nedir?

Camus tarzı hayalkırıklığını yeniden kuran akılcı bir absürd veya Beckett, Ionesco tipi absürdü üslup olarak da benimseyen alternatif vizyonlar var mı? Absürdün eleştirel gücü, yıkıcı gücü terk edildi mi yoksa dönüştürüldü mü?

Bugünlerde özellikle zinhar.com çevresinde öne çıkan somut şiir yazımını absürdün bu tür sıfırlayıcı olanaklarıyla içiçe bir deneme olarak ele alabilir miyiz?

Romandaysa, özellikle üslupta absürd denince uzak durmaya karar veren iki kol var gibi.

Bunlardan biri, romanın içinde bulunduğu talep mekanizmalarını karşılamak üzere kolları sıvamış piyasa odaklı kimi yeni/genç romancılarda öne çıkıyor. Üslupta absürdden sakınılıyor çünkü absürdle yazım, kolay tüketimi riske sokuyor.

Genç romancıların bir soruşturmada vurguladıkları gibi “kurguyu, hikayeyi, karakterleri önplana aldığını” söyleyen, kolay ulaşılırlığı ve kolay takip edilirliği, popüler kültürle aracısız örtüşme kısayollarını açması ölçüsünde değerlendiren, okuyucunun kopmamasını öncelikle düşünerek genel yeni beğeninin nabzını tutmaya özen gösteren bir kaygılar zinciri.

Diğer kol ise, üslupta absürdü, denetlemekte zorlandığı için desteklemeyen ve ezoterik bir edebiyat camiası kurgulayan, kapalı bir edebiyatçılararası üst-mekân kodlayan yapıdır. Bu kez onay mekanizmaları devreye giriyor, eski beğeniler konudan üsluba dilden kahramanlara her yere dayatılıyor. Gene bir taze edebiyat beğenisi, taze edebiyat hareketleri yakalamakta zorlanıyoruz. Sert şeylerin bilgisini yapamıyor edebiyat dünyamız, kendi kadrolarının bilgisini diri tutmaya daha çok emek harcıyor.

Esas ‘absürd’ bu boşlukta doğuyor, yeni edebiyatımızın bilgisini reklamlar, tanıtımlar, promosyonlar yapıyor. Halkla ilişkilerde oluşturulan bilgi daha sonra sorgulanamıyor, yaygın olarak izleniyor. Yani, absürdün selamı var...

Hiç yorum yok: