Bu Blogda Ara

Pazartesi, Kasım 28, 2005

ŞİİRDE TASFİYE TERİMLERİNİN REDDİ - Birgün Yazı 15 / 28 Haziran 2005 Yazısı

Birgün Yazı 15 – 28 Haziran 2005 Yazısı

ŞİİRDE TASFİYE TERİMLERİNİN REDDİ

Süreyyya Evren

En çok şiirde nedense kullanılır bu tasfiye sözcüğü. “’70’ler şiirinin tasfiyesi, ‘80 kuşağının tasfiyesi, şu şiirin bu şiirin ya da öteki şairin tasfiyesi”. Şiir dünyasında şairler birbirlerini tasfiye etmekten bahsedebilirler sık sık. Fakat kullanılışında piramidal iktidar kavrayışını öne çıkartan, rahatsız eden bir yan var. Piramidin tepesi mi boşaltılmak isteniyor? Ayıklama, arıtma, temizleme anlamı var tasfiyenin. Yeni ultra muhafazakar İran Cumhurbaşkanı Ahmedinecad da ben “çöpçüyüm, temizleyeceğim,” sloganıyla oy çağırıyor. Burada tabii bir meslek olarak çöpçülük imgelemden silinirken bir tür yerelliğe uyarlanmış nazizm tarzı arıtma anlayışı beliriyor. Erkin Koray’ın “Körolası çöpçüler /Aşkımı süpürmüşler” diyen sesini İran’da anmaları yakındır.

Tasfiye, mafyatik de bir şey sanki: “Bana bak 90 kuşağı, bana bak 2000 kuşağı, seni temizlerim, burası benim çöplüğüm!” Ne cevap verilir buna; “peki abi, biz ikiliyelim. Türk şiiri kapılmış, komşulardan birine bakarız artık, Bulgar şiiri mi olur Azeri şiiri mi olur, nerede yer varsa...” Bir de ticaretteki likidasyon anlamında tasfiye var ki batan şirketin mallarının dağıtımı anlamında. Mesela ‘80 şiirinin battığı, tükendiği söyleniyor nicedir. Peki bu durumda ne olacak, hangi mal dağıtılabilir? Mülsüz sanattır şiir halbuki. Dizeler dağıtılamaz, zaten hiç toplanamamışlardır. Dergilerin nakli zordur, doku uyumu sağlanamaz, herkes kendi dokusunun dergisini bulur veya kurar. En çok ödüller dağıtılabilir fakat sömürgeden fazla altın kaçırıp altının değerini düşüren hesapsız sömürgeciler gibi iştahla dağıttıkları ödüllerin de değerini düşürdüler çoktan. Tasfiyenin bir de göreve son verme anlamı var. Yönetimdeki kadroların tasfiyesi biraz buna girer ama bir tür darbeciliği de akla getirir. Darbecilikten de herhalde yeterince çektik buralarda...

Doğrusu şiiri bu şekilde iktidar terimleriyle düşünemeyiz. Ortada bu tür iktidar ünvanları var gibi görünebilir ama oralarda oturanlar da fazla oturunca şiirden uzaklaşıldığını çünkü şiirin sıkılgan ve gezmekçi olduğunu bilirler. Gene de kurumlar, güç odakları, suyun başını tutma hırsı eksik olmaz diye bunları deşifre etmek isteyen kişinin aynı terimlere dönme lüksü yoktur. Kişi, sözde değerini edebi değerinden değil iktidar ilişkilerinden, pozisyonundan, bağlantılarından ve kurumsal gücünden aldığını düşündüklerinin egemenliğinden şiiri çıkarmak istiyorsa önce tasfiye kavramını tasfiye etmesi gerekiyor.

Fazlalık hissi kesip atma hissi şairin, yazarın kendi çalışmasına ait bir histir. Ben herkesi seveyim herkes de beni sevsin anlayışının bugün bazı şair yazarlarca denendiğini biliyoruz. Edebiyatta uzlaşmalar değil uzlaşmazlıklar getirir deneyleri, yenilikleri. Diri olan onay alanlardan değil alamayanlardan çıkar. Ama bu birbirini çekemeyen bireyler anlamında değil beraber varolamayan yazın anlayışları anlamındadır. Şair/yazar tasfiyesini kendi içinde ve kendi bakışından dışa doğru da yapabilir. Yani pekçok büyük ustanın belirli şiir anlayışlarını kendi içinde tasfiye ettiğini ve bir daha da oraya geri dönmediğini biliyoruz. Böylesi bir içerden ayıklamanın dışarıya da akıtılması iktidar talebi değil yazınsal kavrayışların yol bulması anlamındadır. Yazılan her şeyi, yazan herkesi sevebilmek için edebiyattan epey uzakta olmak gerekir. Misal Ece Ayhan kendi dünyasında pekçok şiiri tasfiye etmişti, onlara dönmeyi hiç düşünmedi, kendi bağlamını kurmak böyle birşey değil mi sonuçta? Belirli bir şiir bilgisinden sonra tek kişinin farklı tür şiirleri yazabilir hale gelmesi mümkündür. Ama hüner bunda değil daha çok yazabilecek olduklarını yazmamakla başlayan bir iç ayıklamadadır.

Edebiyatta uzunca bir zamandır, biliyoruz ki, yeni hareketler yeni yaklaşımlar çıkadurur ve öncekilerle çatışır; burada rütbeler yer değiştirmez beğeniler yer değiştirir. Her şair bir tasfiyehane (rafineri anlamında) gibi çalışabilir, orada şiirini, şekerini arıtabilir. Ama tümüyle yetenekli ve kavrayışlı da olsa kendi rafinerisine kapanmış agorafobik bir şair ne yeni bir söz söyleyebilir ne de kendi tonunu bulabilir. Edebiyatın hem fiilen sokaklardan hem de kendi yazınsal sokaklarından, ve de hele meydanlarından geçer ve karşılaşır, ve işte orada arıtmadan uzak bambaşka çatışmalar gerçekleşir...

Giorgio Manganelli’nin dediği gibi şiiri özetlemek değil şiire dokunmak bile imkansızdır. “bir şiir bir hayalete benzer: yapılabilecek tek şey onu görmek, ondan korkmaktır.”

Hiç yorum yok: